Yaylaya doğru yürüdükçe işaretler bizi yeniden aşağıya yani dere yatağına doğru çam ağaçları arasından indiriyor. Çok dik olmayan bir inişle yeniden dere yatağındayız. Bu sefer derenin rejimi daha düşük ancak bu bölgede çok fazla toprak kayması ve heyelan olmuş. Koca koca kayalar bile sanki 1-2 gün önce düşmüş gibi duruyor. Böyle olunca işaret bulmakta zorlanıyoruz. İşaretler ve babalar çok düzensiz. Dere akıntısına ters yönde yürüyoruz ancak işaretler bizi yanıltıyor. Bir gün önce Göynük inişinde yangın bölgesinde yaptığımız gibi çevreye dağılıyoruz, kayaların üzerine çıkıyoruz ve işaret arıyoruz. GPS'te internetten indirdiğimiz kayıtlarımız da doğru değil gibi gözüküyor.
 |
İlk yerleşim belirtisi. Ne güzel manzarası var ama!! |
 |
Bu güzel ve düz yol bitmek üzere |
 |
İşte heyelan!!! |
 |
Dere yatağına iniyoruz yeniden |
 |
Dere yatağındayız. İşaretler seyrek. |
 |
Baba hemen ileride ama heyelandan dolayı savaş alanı gibi burası |
 |
Dere rejimi az ama düşen kayalar çok işaret götürmüş |
10-15 dakikalık bir eziyetin ardından sakin bir şekilde düşünmeye karar veriyoruz. Yerleşim hemen tepemizde. Yanlış gibi gözüksede GPS'e göre yolun bulunduğumuz yerin yukarısında olduğunu anlıyoruz ve o yöne doğru ilerliyoruz. Bu hareketimiz bizi çok bölgenin en çok heyelan olan yerine doğru götürüyor. Ancak görünen o ki doğru tercih yapmışız. Sırt çantalarımız ile tırmanmakta zorlandığımız diklikte bata çıka bir çıkış yapıyoruz. Bastığımız yerler daha çamur halde. Belli ki heyelan yakın zamanda olmuş.
Zorlukla yukarıdaki patikaya çıkıyoruz. Önden çıkan Mehmet yukarıda işareti gördüğünü söylüyor. Kısa bir uğraşın ardından yeniden yola giriyoruz. Bu tür işaret aramalar mutlaka oluyor moral bozmamak lazım.
 |
Şu hale bakın. Her yer savaş alanı gibi!! |
 |
Yolu arıyoruz son baba hemen sağda. |
 |
İşte yolu bulduk!!! |
 |
Yol sonu yemyeşil patika!!! |
 |
Bata çıka da olsa yolu buluyoruz sonunda |
 |
Bu dere yatağını da arkamızda bıraktık. Yükseliyoruz. Az kaldı yaylaya. |
 |
İşaretler önümüzde. Bu son tırmanış. |
 |
İşte çıktık yayla girişine!!! |
Yeşillikler içerisindeki bir patikadan ilerleyerek yaylaya doğru çıkıyoruz. Yerleşim sesi giderek yaklaşıyor. Yaklaşmaktan olsa gerek yorgunluğumuz tavan yapmış durumda. Dikenli tellere yapılmış tahta merdivenden çıkarak nar bahçesi içerisinden yaylaya doğru çıkıyoruz. GPS'e göre Nadir Kaptan'ın evi tam karşımızdaki ev. Yola, patikaya bakmadan eve doğru ilerliyoruz. Bu arada evin balkonundan bize seslenen Nadir Kaptan (532-616 28 65) bize daha kolay yolu tarif ediyor. Açlıktan gözümüzü birşey görmiyor. Nadir Kaptan'ın tarif ettiği yolu takip ederek evin bahçesine köpek havlamaları arasında bitkin ve aç bir halde saat 11:30 gibi giriyoruz.
Nadir Kaptan ve ailesi. Yıllar önce emekli olan bu uzun yol kaptanı doğup büyüdüğü topraklara ailesi ile geri dönmüş, güler yüzlü, misafirperver, hoş sohbet insanlar. Geçen seneden antremanlıyız. İnsanların misafirperverliğinin ve samimiyetlerinin farkındayız.
 |
Bahçedeki masaya buyur edildik. Yemek bekliyoruz. |
 |
Nadir Kaptan ve kızı. Göreceğiniz üzere herkesin keyfi yerinde!! |
Nadir Kaptan bizi bahçesindeki masaya buyur ediyor. Hemen çantalar çıkıyor ve yorgunluk hedefe ulaşmış olmanın verdiği bir rahatlıkla önemli ölçüde azalıyor.
Burası bizim bugün yürüdüğümüz bölgeleri tam karşıdan gören önü alabildiğine gören deniz seviyesinden 1000 m. yükseklikte önü açık bir bölge. Nadir Kaptan'ın evinin burada oldukça büyük bir arazisi var. Eşi ve kızı hatta aynı yaylada kardeşi de dahil gül gibi yaşayıp gidiyorlar.
"Birşeyler yermisiniz?" sorusuna tereddütsüz olumlu yanıt veriyoruz. Kahvaltı türü birşey verebileceğini veya yemek yapabileceklerini söylüyorlar. Fazla zaman kaybetmemek için kahvaltı seçeneğini kullanıyoruz ve ortaya 5-6 tane sahanda yumurta ve biraz domates ve salata istiyoruz. Biliyoruz ki ekstra çok şey gelecek. Açlıktan biz de kaos olduğumuz için sonuç olarak Nadir Kaptan eşine "hazırla işte birşeyler" diyor. Sonuç olarak burada harika bir mola verdik ve ve sabah kahvaltımızı öğle yemeği ile birlikte yiyeceğiz.
Baba ocağına yıllar önce yerleşen Nadir Kaptan ile karşılıklı tanışma faslının ardından bize burada sürekli turist ağırladığını, genelde gelenlerin çadır kurduğunu söylüyor. Zaten evi de pek pansiyon gibi değil. Tek katlı ve en fazla 3 odalı bir ev. Ailesi ile yaşadığını düşünürsek burada kalabalık bir grup olup çadır haricinde konaklama biraz problem olabilir. Gitmeden önce mutlaka telefon edip sormak gerekir. Sonuç olarak ilkbaharda yürüyüş yaparsanız konaklama için çadıra gerek yok. balkonda bir şiltenin üzerinde uyku tulumunda süper bir uyku çekilebilir. Turistler olduğunda gece ateşler yakılıyormuş hatta 1 gün öncesinden aranırsa ateşte köy tavuğu bile yapabilirmiş. Nasıl lezzetli oluyordur kimbilir??
 |
Sofraya bakın!!!! |
 |
2-3 yumurta daha olsa yerdik. |
 |
Doymanın verdiği sonsuz mutluluk |
Çok geçmeden öğle yemeğimiz geliyor. Ortaya sahanda yumurta, zeytin, domates, salatalık, biber, köy peyniri ve kabak kızartma. İlk gördüğümüzde bizi inanılmaz mutlu eden tarifi zor bir menü. Mehmet çay sevmediği için meyva suyu soruyor ve Greyfurt olduğunu ve sıkabileceklerini söylediklerinde çayı kabul eden Altuğ bile taze sıkılmış Greyfurt suyuna hayır diyemiyor. Tabii buraları narenciye memleketi. Olympos taraflarına indiğimizde çok daha iyi anlayacağız bunu.
Sofrada ne var ne yok yemeğe kararlıyız. Greyfurt sularını da keyifli keyifli içerken Nadir Kaptan'ın kardeşi geliyor. Torba içerisinde 2 tane bira ile arabasından iniyor. Bize tüm samimiyeti ile merhaba dedikten sonra balkona geçiyor. Nadir Kaptan bize karışmadan balkonda bir köşede neden oturuyor derken alabildiğine uzanan vadi manzarasına karşı rakısını koymuş günün keyfini çıkartıyor. Özenilmeyecek gibi değil. Abisi de birayı açıyor ve aile arası sohbetlerine başlıyor. Bu arada burada cep telefonlarımızı hem şarj etme hem de bizi bekleyenlerle konuşma fırsatı buluyoruz.
Masada ne var ne yok sürpürürken terimiz soğuyor hatta üşüyoruz bile. Hemen çantanın tepesinde her zaman hazır bekleyen polarlarımızı giyiyoruz. Yemek bittikten sonra evin küçük kızının havlamaları ile başımızı şişiren köpek ile oynamalarını seyrediyoruz. Küçük kız burada tam doğa şartlarında yetişmiş. Hayvanlarla, çevre ile dost olmuş artık.
Klasik olarak kim nereden sohbetinin ardından Nadir Kaptan'ın eşinin Yalova'lı olduğunu ve 1999 depremi sonrası buraya yerleştiklerini öğreniyoruz. Çok akrabasını kaybetmiş. Burada mola vermeden yolunuza devam etmeyin. Sohbet edin mutlaka. Şehir havası koklamış, kötülükleri yaşamış birilerinin buralara nasıl adapte olduğunu, günlük hayatta nerle yaptıklarını bir de onlardan dinleyin mutlaka.
Saat 13:00 olmuş durumda ve önümüzdeki yol hakkında kendilerinden bilgileri toparlıyoruz ve bugün Yayla Kuzdere'ye ulaşabileceğimizi söylüyorlar. Zaten yolun bizi zorlayacak bölümünü arkamızda bırakmışız. Köy çıkışlarının sorunlu olduğunu biliyoruz. Buna rağmen bize yolu tarif ediyorlar ama yine işaret kaosu yaşayacağımızdan şüphemiz yok.
 |
Mehmet yürüyüşe konsantre oluyor. Nadir Kaptan ve Abisi de resimde. |
 |
Yola çıkıyoruz. |
Sularımızı tazeleyerek hızlıca toparlanıyoruz ve yola koyuluyoruz. Bize girişte havlayan köpekler bizi yeniden havlayarak uğurluyorlar. Ancak saldırmıyorlar. Sadece kuru kuru havlıyorlar. Bu arada yanımıza köpek kovucu aldık ama yürüyüş boyunca hiç kullanma gereği duymadık.
Göynük milli parkından çıkarken yaşadığımızı işeret kaosunu burada da yaşıyoruz. Nadir Kaptan'dan yolun tarifini aldık ancak bir noktadan sonra yolun karışacağından şüphemiz yok. Göynük Yaylası yaklaşık 10-15 hanenin olduğu bir yerleşim. Yaylanın hemen arkasındaki çok zor olmayan bir tepeyi aşıp Gedelme'ye doğru ineceğiz. Bu noktada standart ikazımızı yapma gereği hissediyoruz yeniden; yerleşimlere girerken veya terk ederken işaret sorun oluyor genellikle. Dolayısıyla burada ekstra bir dikkat edilmesi, hatta işaretleri bulabilmek için birilerinin yardımı bile gerekebiliyor.
 |
Yayladan çıkıyoruz. İleride görünen ev Nadir Kaptan'ın kardeşinin evi. |
Nadir Kaptan'ın tarifine göre, evinden çıktıktan sonra hemen karşınızda görünen tepedeki son evin oradan içeriye doğru girip tepeye doğru çıkacağız. Bu tepenin bulunduğu bölgeye Aşar Tepe adı veriliyor. Seyrek olarak görebildiğimiz işaretleri takip ederek yerleşim içerisinden yürüyerek son evin bulunduğu mevkiiden içeriye giriyoruz. İşaret var ancak yerleşim olduğu için kısa bir süre sonra "acaba buraya mı yoksa öbür tarafa mı gireceğiz?" diye birbirimize sorup GPS yardımı almak zorunda kalıyoruz. Bu bölge biraz kayalık ancak dakikalar kaybettirecek türden değil. Kısa süren patika karmaşasının ardından GPS'in de bizi yukarıya götürdüğünü fark ediyoruz ve patikadan yürümeye başlıyoruz. Köyün çıkışı genelde çalılık ve otluk ancak yükseldikçe yerini çam ağaçları arasından yürüyeceğiniz kayalıklara bırakıyor. Bir noktada kayalıkların derince bir yar ile ikiye böldüğü patika ikiye ayrılıyor. Daha fazla zaman kaybetmemek için Altuğ diğer patikaya doğru kayalıklardan iniş ve çıkış yaparak gidiyor. Mehmet işaret görmediğini söylerken Altuğ kısa bir süre sonra işaret diye çığırıyor ve Mehmet de Altuğ'un peşine takılıyor.
 |
Yolu bulduk. Patikadan devam ediyoruz yürümeye. |
 |
Toprak patika yerini kayalık ama kolay bir patikaya bırakıyor. |
 |
Aşar tepeye doğru yükseliyoruz |
 |
Gölgeler ve kayalar arasından giden, yormayan bir yükseliş. |
 |
Tepeye yaklaşmaya yakın kayalıklar azalıp yeniden toprak patika başlıyor |
 |
İşte tepeye varmak üzereyiz!!! |
 |
Tam bu kayanın dibinden düzlüğe çıktık. |
Bu kısa süreli kaosu atlattıktan sonra kayalıkların arasından giden patikadan tırmanıyoruz. Yol zor değil aksine çok dik ve uzun süre çıkış yapmayacağımız için yol güzel geliyor. Öğle yemeğini de güzel yedik. Enerjimiz yerinde. Kayalıkların arasından yürüdükten kısa bir süre sonra yolun sonunda tepenin sonunu ve ışığı görüyoruz. Arkamıza dönüp baktığımızda Göynük Yaylasını tepeden gören bir noktadayız. Son bir tırmanışla genişçe bir düzlüğe çıkıyoruz. Hemen sağımızda Aşar Tepe'nin zirvesi bulunuyor. İşaret sorunu yok zira patikayı görebiliyorsunuz. Bu bölgede işaret yerine babalar var. Düzlüğe çıkınca sol tarafa doğru yürümek gerekiyor. Zaten patika ve babalar sizi bu yöne doğru götürüyor. Biz de patikaya baba dikerek katkıda bulunuyoruz. Düzlüğün sonunda Göynük-Gedelme Likya Yolu tabelası karşımızda beliriyor. Bu tabelanın bulunduğu nokta asfalt yol.
 |
Göynük Yaylası aşağıda kaldı. Ne arada bu kadar yükseldik acaba?? |
 |
Burada da çok kısa süreli işaret arıyoruz. Ancak sorun yok. |
 |
Likya Yolunda Baba tamiratı |
 |
Bizim de Likya Yoluna bir katkımız olsun. |
 |
İşarete varıyoruz. |
 |
Bir parkur daha tamam. Hedef Gedelme.
|
 |
Aşar Tepe |
 |
Yanlış yol!!! Geri dönün!!! |
Tabelanın bulunduğu yer dibinde fotoğraf molasının ardından yine işaret kavramını unutuyoruz ve asfaltı takip ederek aşağıya doğru inmeye başlıyoruz. İşaretleri göremeyince GPS'i kontrol ediyoruz ve yanlış yöne gittiğimizi fark ediyoruz. Görünen o ki Likya Yolu tabelasına geri yürüyeceğiz ve yolun karşısından patikaya gireceğiz. Burada hata bizde aslında. Tabelanın dibindeki işaret bizi yolun karşısına yönlendiriyor, yolun karşısında da işaret var zaten. Sebebi nedir bilinmez ama biz içgüdüsel olarak asfalt yolu tercih ettik.
Girişi dikçe olan bu patikadan aşağıya doğru inmeye başlıyoruz. Sağda solda tek tük tahıl ambarı amaçlı kullanılan barakalar var.
Yemyeşil çimlerin arasından giden bir patikada 400-500 metre kadar yürüdükten sonra asfalt yolun aşağısında gördüğümüz toprak orman yoluna çıkıyoruz. Patika belirgin ve işaret sorunumuz da yok. Buralarda yer yer yayla evleri var. Kabaca Ovacık köyünün tepelerindeyiz.
 |
İşte yolun karşısındaki doğru yol!!! |
 |
Çobanlar tarafından kullanılan kulübeler |
 |
Kısa bir süre sonra orman yoluna çıkıyoruz |
 |
Bulunduğumuz yerden uzakta Kemer tarafları gözüküyor |
Kısa süren patikadan sonra yangın yolu amaçlı kullanılan orman yolundan yürümeye başlıyoruz. Tabii dikkatimiz işaretlerde. GPS'e göre orman yolundan yürümemiz gerekiyor ama yine de dikkatli olmamız gerekiyor. Kate Clow'un nereden götüreceği belli olmaz. Burası Likya Yolu.
Neyse ki işaretlerin sıklığı zaman zaman azalsa da yoldan yürüyeceğimizi anlamış bulunuyoruz.
Hatta öyle yerler geçiyoruz ki aşağıya inmemiz demek kendimizi sakatlamamız anlamına geliyor. İşaretlerin bizi aşağıya indirmesi söz konusu olamaz. Nerede olursa olsun işaret konusunda kafamızın karışacağını anladığımız anda çevreye dağılarak işareti arıyoruz, görünce biribirimize sesleniyoruz. Tam bir ekip çalışması.
 |
Orman yolundan inerek yola devam ediyoruz. |
 |
İşte yangın havuzu. Yol ayrımı yaklaşıyor. Dikkat!! |
 |
Son düzlükteyiz. Yol ayrımına az kaldı. |
Orman yoluna girdikten Kate Clow'un kitabında da göreceğiniz yangın suyu havuzunun yanından 1 km. sonra geçiyoruz. Havuz ağzına kadar su dolu ama durgun su. İçilmiyor. Bu arada Göynük yaylasından çıktıktan sonra sularınızı yanınıza almanızı önermiştik. Bu bölgelerde görünür su kaynakları yok. Zaten parkur da sizi çok susatacak cinsten değil.
BURADA YOL AYRIMINA GELİYORUZ. Yangın havuzunu geçtikten 400-500 metre sonra karşınıza çıkacak yol ayrımı Likya Yolunu yürüyecek herkesin bilmesi ve dikkat etmesi gereken bir yer. Eğer orman yolundan yürümeye devam ederseniz Likya Yolunun Roma Köprüsünden geçen ve Tekirova sahilinden Çıralı yönüne giden nispeten daha kolay sayılabilecek alternatif parkuru yürümüş olursunuz veya bu noktada tam sağdan yukarıya giremn patikaya girerseniz Gedelme yönüne doğru giden Likya Yolunun Tahtalı-Beycik parkuruna girmiş olursunuz. Burada bir sarı renkli bir tabela olsa aslında çok iyi olur. Zira biz buralarda bir ayrım olabileceğini biliyorduk ama yürüyüş temposundan kaçırılabilecek bir yerdi burası. Sağ tarafta bizi patikanın içerisine sokan işareti ve orman yolunun az ilerisindeki işareti görüp GPS'i de kontrol edince Altuğ burada 5 dakika harita molası verilmesi gerektiğini söylüyor. Kate Clow kitabı ve haritalar çıkartılıyor ve haritaya göre yangın havuzunun az ilerisindeki ayrımı fark edebiliyoruz. Tahtalı Dağını yürüyeceğimiz için orman yolunu devam etmeyip patikadan yürümek zorundayız. SONUÇ OLARAK BU YOL AYRIMI YUKARIDAKİ ASFALTTAN İNİŞE GEÇTİKTEN 2-2.5 km. SONRA VEYA YANGIN SÖNDÜRME HAVUZUNDAN 500 m. SONRA. DİKKAT ETMENİZİ ÖNERİYORUZ.
 |
İşte sahil ve Tahtalı parkuru yol ayrımı!!! |
Patikadan içeri girip 200-250 metrelik tırmanışa başlıyoruz. Başlangıçta çalılar arasından gitsek de burası bizi zorlayan bir tırmanış türü değil. Tepeye varmaya yakın hayvan sesleri ve müzik sesi duyoruz ancak çalılar arasından ilerlediğimizden yukarıda ne olduuğunu bir süre göremiyoruz.
Yukarıya vardığımızda bir yayla evi karşımıza çıkıyor. Sinekkaydı traşını olmuş cep telefonundan radyo dinleyen genç çoban bizi güler yüzle karşılıyor. Cep telefonundan dinlediği radyoyu kısmaya çalışıyor ve kısa süreli bir sohbetin ardından kendisine hoşçakal diyoruz. Bu bölgenin halkı yardımsever ve güleryüzlü. tek sorun mesafe sorduğunuzda size ümit vaad edici varış süreleri veriyor olmaları. Gedelme'ye ne kadar kaldığını sorduğumuzda bize "2-3 km. kaldı" diyor. En fazla 1 saate varırmışız.
Bu sürenin böyle olmadığını göreceğiz tabii. 1 saat diyince mutlu oluyoruz ama kaç 1 saat? Artık tecrübe ile sabit; yurdum insanı saat ve mesafe konusunda başarısız. Her yürüyen kişiye büyük olasılıkla kalan zamanı sanıyoruz araba hesabı yaparak veriyorlar. Dolayısıyla nerede olursanız olun birilerine kalan mesafeyi veya bir yer sorarsanız Likya Yolundan, işaretlerden ve yürüyerek gideceğinizi mutlaka belirtin, sonra tükenmeyin.
Çobanla vedalaştıktan sonra bu sefer düz ve toprak bir araba yolundan yürümeye başlıyoruz. hemen ileride evinde tadilat yapan bir grup ile selamlaşıyoruz ve yola devam ediyoruz. Yakın zamanda fen işlerinin elinden geçip işaretlerin dağıldığı başka bir toprak yol ile birleşiyoruz. Yoldan yürümeye devam ediyoruz ancak işaretler seyrekleşti hatta kayboldular ayrıca GPS farklı bir yön gösterip bizi yeniden patikaya sokuyor. Çok uzun yürümedik ve yolun şaştığını hemen anlayan Altuğ Mehmet'i durduruyor ve yolun 50-60 metre geride kaldığını söylüyor. Çevrede işaret de yok. Geri dönüyoruz ve GPS'in gösterdiği noktadan içeriye giriyoruz. Daha önce de GPS'in yanlış gösterdiği parkurlar olmuştu ancak burada GPS'e güvenmek durumundayız.
 |
Patikaya girdik. yeniden yükseliyoruz. |
 |
Yukarıdan müzik sesi geliyor. |
 |
Çoban ile karşılaşıyoruz. Gedelme yolunu tarif ettiriyoruz. |
 |
Manzara durup seyretmeye değer |
 |
Fotoğraf ve video molası |
 |
Aynı yerde fotoğraf molası. |
 |
Yola devam ediyoruz. Hava parçalı bulutlu. |
Yoldan sola doğdur girerek kaya denilebilecek taşlık bir patikadan ilerliyoruz ve gözlerimiz işaret arıyor. Çok geçmeden az ilerideki taşın üzerinde işareti görüyoruz ve yeniden tempomuzu tutturuyoruz. Hedef Meşe Çukuru denen GPS'e göre çok uzakta olmayan bir bölge.
Çalılıkların ve çam ağaçları arasından giden patikadan yürümeye devam edince alabildiğine geniş yemyeşil bir çayıra çıkıyoruz. Yaşlı ağaçların yeşilin ortasında bir baba gibi yükseldiği bu yeşillik içimizi ferahlatıyor. Hele patika da çimenlerin üzerinden gidince özgürlüğü ve yanlızlığı bir arada hissediyorsunuz.
Tekrar etmek gerekirse burası Likya Yolu, her güzelliğin bir çilesi var. Bu güzel yeşilliği arkamızda bıraktıktan sonra kayalıklı bir bölgeye geliyoruz. Kayaların arasından giden, önceleri patika şeklindeki yol yerini bir anda üzerinden sektiğimiz koca kaya parçalarına bırakıyor. Bulunduğumuz yer Meşe Çukuru. kayalık bölgeye girmeden önce çimler uzun olduğu için işaret kaosu yaşayacağımızı hissetmiştik. Kayaların arasına girince yeniden çevreye dağılıp işaret arama tekniğimizi kullanıyoruz. Altuğ yukarıya Mehmet'de tarlaya paralel işaretleri arıyor. Bu kayalık mevkiide neden döşendiğini anlayamadığımız dikenli tellerin önüne gelen Altuğ tellerin dibinden, kayalardan kayalara seke seke yürümeye devam ediyor ve işareti tepelerde bir yerlerde buluyor. Altuğ'dan gelen işaret haberi ile Mehmet de Altuğ'un yanına geliyor ve bu kayalıkla sarmalanmış tepeyi aşıyoruz. Tepenin diğer yamacına geçtiğimizde tepemizde yüksek gerilim hattı, aşağıda alabildiğine orman manzarası bizi karşılıyor. Gedelme karşımızda. Yarım saat önce gördüğümüz çobanın söylediği Gedelme'ye varış süresini tutturmak imkansız. Daha çok yolumuz var.
 |
Yolu bulduk. Hedef Meşe Çukuru. |
 |
İnsanın
içini ferahlatan bir düzlükteyiz.
Sadece bize ait şu anda. Zaman dursa keşke. |
 |
Yıllara meydan okuyan yaşlı ağaçlar. |
 |
Hem yürüyoruz hem seyrediyoruz. |
 |
Tüm yürüyüş boyunca geçtiğimiz en huzurlu yerlerden biri. |
 |
Fotoğraf molası!!!! |
 |
Burası
meşe çukuru. Arkamıza döndük ve geçtiğimiz düzlük aşağıda |
 |
Meşe Çukuruna vardık |
 |
Meşe
Çukurundan Gedelme yamacına geçip inişe başlıyoruz. |
 |
İşte manzara!!! Aşağıda Gedelme gözüküyor. |
 |
Likya Yolu tabelasına vardık. |
Meşe Çukurunun yamacından yürüyerek asfalta kadar alçalıyoruz. Asfalt yol başlangıcında bizi Gedelme-Göynük Yaylası tabelası karşılıyor. Gedelme'ye 4 km. kalmış ve çobanın verdiği süre ancak asfalt yoldan araba ile gidilerek tutulabilecek bir hedef. Bu güzel tepe manzarasında kısa süren bir fotoğraf molası veriyoruz ve yürüyüşe asfalttan devam ediyoruz.
 |
Asfalttan yola devam ediyoruz ama çok kısa bir
süreliğine |
 |
İşte çile başlıyor. Patika bu fotoğrafta mevcut ama
dikenden, çalıdan gözükmüyor. |
 |
İniş başladı. Çile başladı. Kafalara dikkat!!.
Bacaklar, kollar haşat. |
Çobana da güvenerek Gedelme'ye asfalttan güzel bir tempo ile yürürüz diyoruz ama ne gam, tam anlamıyla İsa'nın Çilesi. Daha ayaklarımız asfaltta 100 adım bile atamadan başlıyor. 100 metre sonra yol sola doğru kıvrılırken Likya yolu bizi patikaya sokuyor. Ama ne patika?? İnanılmaz dar ve dikenli bir patikadan 2-3 km. yürüyeceğimizden habersiz yürüyüşe başlıyoruz. Yapacak birşey yok. Uzunca bir süre dikenlerin arasından giden daracık bu patikada çizilmedik ve kanamayan yerimiz neredeyse kalmadı.
Likya yolunun herhalde can yakıcı ve sıkıcı yürüyüşlerinden birini yapıyoruz. Likya Yolunda genel amaç sizi mümkün olduğunca işlek araba yollarından yürütmemek. Böyle de olmalı zaten. Buraya gelen turisti asfaltta yürüteceksek buralara çağırmanın ne anlamı var? Ancak yol da zorlu olunca hiç çekilmiyor orası ayrı konu. Dik iniş yok. Meşe çukuru tarafından indiğimiz tepenin yamacından içerilere kadar giriyoruz. Diken dünyasına hoşgeldik!!! Acılar içerisindeyiz ama çığlıklarımızı duyan yok.
Daha Gedelme'ye doğru yaklaşmıyoruz. Pusulaya göre uzaklaşıyoruz ve patika bizi bulunduğumuz tepenin en dibine doğru götürüyor. Zaten zor şartlarda yürüdüğümüz için yol uzadıkça keyfimiz kaçıyor. Yaklaşık 600-700 metre yamaçtan yürüdükten sonra yönümüz Gedelme'ye doğru dönüyor ancak yolun şekli ve zorluğu değişmemiş durumda. Perişanız. Bir de arka arkaya yürümeden aramızda mantıklı bir mesafe bırakıyoruz. Önde yürüyenden dikenli dallar sıyrılıp arkadakinin yüzüne gelebiliyor. Tam anlamıyla bir çile bu. Susadık ancak mola bile vermek istemiyoruz bu ortamda.
Alçaldıkça bitki örtüsü sakinleşmeye ve yerini çam ağaçlarına bırakmaya başlıyor. Yaklaşık 1.5-2 km.lik bu eziyet orman yoluna çıkarak son buluyor. Konuşmadan, her acı çektikçe söverek o kadar hızlı indik ki yazacak, anlatacak bir anımız yok desek yeridir. Zaten çok da fotoğraf yok bubölge ile ilgili. Çalıların içerisinde ne çekilebilirdi ki??
 |
İniş rahatlıyor. Çalılardan çıktık |
 |
Orman yoluna doğru iniyoruz. |
Orman yoluna tam çıktığımız yerde GPS bizi orman yolundan düz götürürken yurdum insanı bunu kazanca çevirmek için gerçekten kötü oyunlar yapıyorlar. Neyse ki buradaki ticari amaçlı işaretler yeşil-beyaz da inanıp o yöne devam etmiyoruz. Akıllı ve naif yurdum insanı İngilizce ve Türkçe olarak aynen şöyle yazmış: "Yeni Likya yolu. Yeni keşfedildi.". Naif diyoruz en azından farklı bir renk ile bizi işletmesine çekmeye çalışıyor diye düşünerek masum bir pazarlama hamlesi olarak sayılabilir. İlerleyen zamanlarda Kate Clow ile anlaştığını söyleyip yorgun yürüyüşçüleri yine kırmızı-beyaz işaretlerle oynayarak kendi işletmesinden geçirip koca köyde dolap beygiri gibi gezdiren kurnaz zavallıları da göreceğiz.
 |
Aman diyelim bu tabelayı takip edip sağa sapmayın. İşaretler düz devam ediyor. |
 |
Asfalta doğru iniyoruz. Yeşil-Beyaz işaret arkada kaldı. Burası doğru yol |
 |
Çilemiz Mehmet'in yüzünden okunuyor. |
 |
İşte bir hedef daha tamam. Gedelme 1 km. Kuzdere
yönü sahil parkuruna gider!!! |
 |
Fotoğraf molası. Bizim son durak YAYLA Kuzdere. Kuzdere sahil tarafında. |
 |
Burası da tamam. |
 |
Gedelme'ye doğru... |
 |
Son 1 km.yi asfalttan Gedelme'ye tırmanarak
yürüyoruz. |
 |
Tahtalı giderek yaklaşıyor. yayla Kuzdere de
eteklerinde bir yerlerde. |
Yanımızda GPS olduğundan yeşil-beyaz işaretleri takip etmeden dümdüz gürüyoruz ve kısa bir yürüyüşün ardından kırmızı-beyaz işaret karşımıza çıkıyor. İşaretleri görmemizin ardından asfalt yakınlarında olduğumuzu gelen geçen araba sesinden ve GPS'den anlıyoruz. Çok kısa bir süre içerisinde hemen asfalt kenarındaki Likya Yolu tabelasının dibine saat 16:45'de iniyoruz. Gedelme 1 km. yazıyor. Kuzdere 8 km. olan yön bizi Tekirova sahil parkuruna indirir. Yönümüz Gedelme ve asfalttan 1 km. yokuş çıkacağız yapacağız. Bu kadar dikenden sonra bacaklarımız kaşınıyor ancak asfalt ilaç gibi geliyor. Yorgunluk iyice kendini göstermiş durumda ancak iyi bir tempo ile bolca ağacın arasından yürüyüp, çevre halkın bakışları arasında Gedelme'ye saat 17:00'de törenle bitkin bir şekilde giriş yapıyoruz. Köyün hemen girişindeki bakkalın önünde hem çeşme var hem de Yukarı Kuzdere yolunu sormak için yeteri kadar insan.
 |
Emmoğlulları Gedelme'de. |
Gedelme'nin bir başka ismi de Gedelma / Kadrama yani "tahıl koruma, hububat çukuru" anlamına geliyor.
Yorgunluğumuz artmış durumda ve hedefimiz Yayla Kuzdere. Havanın kararmasına daha 2 saat var ve daha önümüzde yolumuz var. Önümüzdeki yol patika ise eğer 2 saatte Yayla Kuzdere'ye varmamız imkansız.
Gedelme girişindeki bakkalda soda ve atıştırma molası veriyoruz. Gedelme'de restoran, bakkal ve su sorununuz yok. Konaklama da yapabileceğiniz yerler de var. Bu tür molalar gerçekten çok enerji veriyor. Sağlıklı olmayabilirler ama vücut 15 dakikada kendini iyi hissediyor. Özellikle sodayı piyasada satılan enerji içeceklerine tercih ediyoruz. Eski kafalılık mı dersiniz ne dersiniz bilinmez ama çok doğal gelmiyorlar. Sodalarımızı içerken haritaları çıkartıp günün son parkuru olan Yayla Kuzdere yolunu incelemeye başlıyoruz.
Araştırmamıza ilave olarak bakkalın hemen karşısında bahçeyi filit ile ilaçlayan amcaya soralım diyoruz ve kaosu başlatıyoruz. Amca bize oranın önce yakın sonra uzak olduğunu söylüyor. Daha sonra en son yıllar önce oraya gittiğini söylüyor. En azından çobandan daha masum. Saat ve zaman veremiyor. Konuşmayı sonlandırıp daha fazla zaman kaybetmemek adına kendisini anlamış gibi yapıyoruz ve yeniden harita ve ĞPS kayıtlarına gömülüyoruz. Zaman kaybettiğimizi anlayınca yola koyulup yol üzerindeki yerleşimlere sorarak hareket etmeye karar veriyoruz. Bu metod daha hayırlı. Zaten harita ve GPS'te Yayla Kuzdere'ye kadar orman ve araç yolundan yürüyeceği gözüküyor. Sadece köy girişine 1 km kala patikaya benzer bir yol var. "Ya Nasip..." diyerek, varabildiğimiz yere varana kadar yürümeye karar veriyoruz. Ne de olsa evimiz sırtımızda. Çok yorulursak karşımıza çıkan bir düzlükte kamp atacağız.
Bakkala borcumuzu ödeyip hemen önündeki çeşmeden su ihtiyacımızı da karşıladıktan sonra, çantalarımızı yeniden sırtımıza alıyoruz ve 17:30 itibariyle yola çıkıyoruz. Gün ışığından yararlanarak yürümek için en fazla 2 saatimiz var. Gedelme içerisinde oldukça büyük restoran olduğunu görüyor, yol üzerindeki pansiyon tabelaları da gözümüze çarpıyor.
En azından Yayla Kuzdere'ye hangi yoldan gidildiğini öğrenmiş olmanın vermiş olduğu mutlulukla kasaba içerisinden yürüyüşe devam ediyoruz. Daha detaylı soruyu maalesef soramadık zira yer-yön-mesafe gibi soruları sorduğumuz insanları kaosa sürüklüyoruz. Burası büyükçe ve eski bir kasaba zira hayatımızda gördüğümüz en büyük çınar ağaçları, tarihi bir kalesi mevcut. Yürürken karşımıza çıkan devasa çınarların dibinde fotoğraf çektirmeyi ihmal etmiyoruz. Yaşlarının 2500 yıla yakın olduğu çeşitli kaynaklarda yazılan bu ağaçların, bu derece büyüğünü görmemiştik. Sanki dibinde dursan seni içine çekecekmiş gibi. Büyük şehirlerde bu tür çınarların dibinde "asırlık çınar" adı altında ya kahveler veya kahvaltı masaları kurulur. Bunun gibi onlarca çınar var burada. Yolu buralara düşenlerin mutlaka görmesi lazım. Kalenin hemen yakınında bir çok çınar mevcut. Ağaçların önünde saygı ile fotoğraf çektirip gövdelerine dokunup kendilerinden uzun hayat enerjisi aldıktan sonra yolumuza devam ediyoruz. Bu arada Gedelme içerisindeki Kale oldukça iyi korunmuş İS 9 yüzyıla tarihlenmiş Bizans kalesi. Ancak hiçbir açıklayıcı tabelası vs. yok. Haline terk edilmiş. Geçmişini kendi imkanlarımız ile sonradan öğrendik.
 |
Gedelme'den çıkıyoruz. Çok yaşlı ağaç var. Genç yok desek yeridir. |
 |
Ağaçlar her yerde. Kaç yüz yaşında acaba??? |
 |
Güzel yürüyoruz. Hava kararmadan Yayla Kuzdere varabilsek keşke. |
 |
2500 yaşındaki ağaç ile fotoğraf çektirmeden olmaz.
part.1 |
 |
2500 yaşındaki ağaç ile fotoğraf çektirmeden olmaz.
part.2 |
 |
2500lük ağaç ve ondan belki 1000 yaş daha genç
Bizans kalesi. Şaka gibi. |
 |
Gedelme arkamızda hatta aşağılarda kaldı. Hedef
Yayla Kuzdere. |
Yol da nispeten düz orman yolu olunca birbirimizle fazla konuşmadan tempo yaparak hızlıca yürümeye karar veriyoruz. 2500 yaşındaki çınar dibindeki fotoğraf molasının ardından Gedelme'den çıkıyoruz. Yol hafifçe yükseliyor ama zorlamıyor. Belli bir süre hafifçe yükseldikten sonra arkamıza baktığımızda Gedelme'yi aşağıda bıraktığımızı görüyoruz. 1 km sonra da çam ağaçlarının gölgelediği orman içi yollara giriyoruz. GPS'e göre 5-6 km.lik bir yolumuz var ve tempomuz müthiş. Her ne kadar Altuğ aralarda fotoğraf molası verse de Mehmet yorgunluğunu unutmuş durumda ve iyi bir tempo tutturmuş durumda.
Güneş bulunduğumuz bölgede tepenin ardına girmiş durumda. Şimdiden güneşi kaybettik ancak hava aydınlık. 2-3 km yürüyüşten sonra bu iyi tempoyu kısa bir su ve harita molası ile durduruyoruz ve tempomuza bakarak eğer patikaya girmez isek Yayla Kuzdere'ye yetişeceğiz gibi gözüküyor. Çadırımız olduğu için yayla Kuzdere'de konaklayacak yer arama konusunda bir problemimiz yok. Yine de her ihtimale karşı yol üzerinde çadır kurulabilecek yerleri arıyor gözlerimiz ancak yürüyüşe devam ediyoruz.
 |
Orman yolundan hızlı bir tempo ile Yayla Kuzdere'ye doğru yürüyoruz. |
 |
Patikaya sapmazsak hava kararmadan hedefe ulaşırız |
 |
Orman yolundan devam ediyoruz. Patikaya sapmak da yok |
 |
Güneş Kemer sahillerini aydınlatıyor. |
 |
Yol orman yolu şeklinde devam ediyor.
İşaret sorunu da yok.
|
Çamlık bölgeyi geçtikten sonra güneşin son ışıklarının Kemer sahilini aydınlattığını görüyoruz. Daha da güzeli, tam karşımızda akşamüstü güneşinin aydınlattığı bulutsuz ve pussuz Tahtalı Dağının karlı eteklerini ve zirvesinin muhteşem manzarasını seyrediyoruz. Tempomuzu düşürmeyi göze alarak fotoğraf ve manzara molası veriyoruz. Bu manzara yayla Kuzdere'ye kadar tüm ihtişamını koruyarak git gide yaklaşıyor bize. Hatta aramızda yarın bu dağın öteki tarafına geçeceğimizi konuşuyoruz. Tüm yorgunluğumuza rağmen bu manzara her şeyi unutturuyor. İlerledikçe orman yolu giderek bozuluyor. Hata bir araç genişliğinde ancak çok bozuk. GPS'e göre 1-2 km kalmış gibi gözüküyor ve herhangi bir patika girişi gözümüze çarpmıyor.
 |
Tahtalı dağının ışığında yola devam ediyoruz |
 |
Acelemiz de olsa manzaradan çok etkilendik. |
 |
Kemer sahilleri şimdi gözükmeye başladı. Buralarda türlü türlü tatil var. |
 |
Mehmet nereye koşuyor? |
 |
Yavaş yavaş hedefe yaklaşıyoruz. GPS öyle diyor. |
 |
Bu manzarada yürünmez mi? |
 |
Manzarasını seyrederken bir yandan yarın bu dağın neresinden geçeceğimizi hesaplamaya çalışıyoruz. |
 |
İşte tam karşıdaki tepelerden geçeceğiz. |
 |
Artık son düzlükteyiz. Patika yok. İşaretler var. |
Bir süre sonra belirli aralıklarla yol bir sağa bir sola ayrımlar yaratsada GPS'er göre sapmadan dümdüz gideceğiz. Likya Yoluna bağlı kalmak adına yine de işaretlerden gözümüzü ayırmıyoruz. GPS ve işaretler uyuşuyor. Köye artık varacağımızdan şüphemiz yok. Bu yorgunluğa rağmen, yolun da düz olması sebebiyle yaklaşık 6-7 km.lik bu yolu neredeyse 1.5-2 saatte tamamladık.
Burası Tahtalı Dağı eteklerinde bir vadi dibi. Tahtalı dağının serin havası yüzümüze vuruyor. Karanlık çökmeden son virajı da döndükten sonra Yayla Kuzdere karşımıza çıkıyor. İkimizde de aydınlıkta hedefe ulaşmanın vermiş olduğu müthiş bir mutluluk var. Köy girişinde video ve fotoğraf molası veriyoruz. Güneş hala Tahtalı dağını muhteşem şekilde aydınlatıyor. seyrine doyulmuyor. Böyle bir manzarayı görünce fotoğraf mosaı vermeden, manzarayı doya doya seyretmeden olmaz.
Son bir enerji ile Yayla Kuzdere'ye doğru işaretleri de göre göre iniyoruz. Köy giriş ve çıkışlarındaki işaret kaosunu bildiğimizden dikkatli olmaya çalışıyoruz ancak burada bir sorun yok şimdilik.
Köyün ilk yerleşimine geldiğimizde gördüğümüz ilk insana konaklayacak yani çadır kuracak bir yer sormaya karar veriyoruz. O ilk insanın yani Sevim Abla'nın bahçesinin aslında bizim konaklayacağımız yer olacağından habersiz bahçesine "merhaba" diyerek giriyoruz. Aslında biz selam vermeden kendisi bizi güler yüzü ile ingilizce olarak "merhaba ve kalacak yer istermisiniz?" diyerek selamlıyor. Birçok yerde yazdığımız gibi buralarda Türk'ten çok yabancı var. Buralarda ingilizce hatta almanca az da olsa bilmek güzel birşey.
Bizim Türk olduğumuzu anlayınca şaşırmıyor değil açıkçası. Evi 2 katlı ve pansiyon amacı ile yapıldığı belli. Bize boş oda olduğunu ve kalabileceğimizi, söylüyor. Hatta evde biri Hollandalı birisi de Alman 2 turist daha varmış. Kendisine çadır kurmak istediğimizi ancak yemek yiyebileceğimizi söylüyoruz. Sorun değil diyor ve bize büyük sayılabilecek bahçesinde yer gösteriyor. Henüz eşi gelmemiş eve. Köylerde kaldığımız zamanlarda varsa çardak veya sundurma altına çadır kurmayı tercih ediyoruz. En azından geceleri çiğ yağmıyor. Sevim Abla yazlık amaçlı yapılan ve şu anda boş olan çardak altına çadır kurmamıza izin veriyor ve hava kararmadan çadırımızı kurmaya başlıyoruz. Sevim Abla içeride yemek hazırlığında. Yorgunuz ve açız. Çadırımızı yine çok güzel manzarası var. Aşağıda Kemer yukarıda Tahtalı Dağı.
Çadırımızı uyku moduna getirdikten sonra terimizi soğutmadan çadırımızın içerisinde genel temizliklerimizi yapıyoruz ve üzeriize polar ve eşorfman altlarımızı giyiyoruz. Her akşam kolonyalı mendil ve pudra temizliği uyguluyoruz. Bu gerçekten şart. Çünkü hergün yıkanma imkanımız yok. Yıkanmaya halimiz de yok zaten.
Cep telefonlarını eve şarj etmeye götüren Altuğ burada yabancı 2 turist ile karşılaşıyor. 45-50 yaşlarındaki bu güleryüzlü turistler ile akşam uzunca sohbet edeceğiz zaten. Bu gece eğlenceli olacak. Bu arada evin içerisinde gürül gürül soda yanarken dışarıda balkonda şömine yanıyor. Nisan sonundayız ve soba yanıyor Antalya'da!!! Tekrar çadıra dönen Altuğ, Sevim Abla'nın eşinin elinde tüfeği ile geldiğini görüyor. Yukarıda tarlalarına domuzun dadandığını, karşılaşırsa çok fena yapacağını söylüyor. Sevim Abla'nın eşinden bu son aydınlıkta fotoğraf rica ediyoruz ve çadırda yarım kalan temizlik işlerimizi tamamlıyoruz.
 |
Bugün manzaramız böyle. |
 |
Çadırımızı da kuruyoruz. Keyifler yerinde |
 |
Sevim Abla'nın evi. Üst kat pansiyon. |
Sevim Abla yemeğin hazır olduğunu, turistlerin sofradan kalktığını haber veriyor. Menümüz çok zengin. Sağolsun bize eve geldiğimizde çorba isteyip istemediğimizi sorduğunda Altuğ tereddütsüz tarhana demişti. Tarhana bile var menüde.
Nisan sonunda olmamıza rağmen kalın giyindik. Hatta Mehmet'te bere bile var. Normal bir durum ama Antalya'nın kafamızdaki yerine göre şaka gibi geliyor. Burası Kaçkarlar gibi. Balkonda şömine başında eşi ile yer sofrasında bulgur ve pirzola yiyen Sevim Abla ve eşine afiyet olsun diyoruz ve içeriye güleryüzlü iki turist arkadaşımıza Türkçe "merhaba" diyerek giriyoruz. İçeride yemek hazır ve iki turist bize hemen sofrayı gösteriyor ve ellerimizi yıkadıktan sonra Tarhana çorbasına adeta saldırıyoruz.
Yemek menümüz geniş. Tarhana, salata, patlıcan yemeği, bulgur ve 2 kalem pirzola var. Bu yorgunlukla ne güzel yeniyor ama!!. Yemekten sonra soba başında çay içmeye başlıyoruz. Turistler bira içiyorlar ama biz gerçekten yorgunuz. 1 tane içmenin bizi kesmeyeceğini bildiğimiz için içmemeyi daha uygun görüyoruz. Çay ve limitsiz portakal yeterli. İçememizin bir başka sebebi de bizim programımızın onlarınkine göre çok daha sıkışık olması. Genelde turistler 15 günlüğüne gelip daha kısa mesafeleri yürürken biz daha kısa sürede daha uzun yürümek ve daha fazla yorulmak durumundayız. Anlayan anladı. Yazık bize!!
Güleryüzlü karşılandığımız bu evde sohbet de aynı şekilde devam ediyor. halimizden memnunuz. Sevim Abla'nın bir oğlu olduğunu, orman mühendisliğinde okuduğunu ve kışın Kemer'de kaldıklarını öğreniyoruz. Buraya gelmelerinin sebebi aslında tarla ve turist. Hatta Nadir Kaptan'ın abisini tanıyor. Oradan karşılıklı telefonlaşıyorlar. Yani kendisi bir turist göndereceği zaman orayı, onlar turist göndereceği zaman Sevim Abla'yı arıyorlar. Güzel bir dayanışma. yani Yayla Kuzdere'de kalmak isterseniz Göynük Yaylasından telefon ettirebilirsiniz. Sevim Abla Kemer'den kalkıp geliyor eğer evde yoksa. Bu arada kendisi cep telefonunun internete konmamasını rica etti. Bu bölgede yürüyecek arkadaşlar bize özel mesaj artarak danışabilirler. Bu köy aslında yörük köyü hatta Sevim Ablalar da zamanında yörükmüş. Ancak para ve hayat derdi, göçler derken yörük ve yörük köyü kavramı da beraberinde kaybolmuş gitmiş.
 |
Umarız tekrar bir yerlerde karşılaşırız!!! |
 |
Sobayı, sıcağı bulunca sohbet de güzel oluyor tabii. |
Saat 10 gibi uyku herkesi sarmış durumda. Son bir enerji ile ajandayı konuk defterine çeviren Sevim Abla'nın isteği üzerine biz de kendimize bir sayfa dolduruyoruz. İyi geceler diyerek biz çadırımıza turistler üst kattaki odalarına çıkıyorlar. Sevim Abla bize kahvaltı isteyip istemediğimizi sorunca kendisine saat 7:30-8:00 gibi çıkmayı planladığımızı ve 7:00 gibi kahvaltı edeceğimizi söylüyoruz. yemeği gibi süper bir kahvaltı sorası karşımızda olacak yarın sabah.
Bu gece de Tahtalı'nın mis gibi dağ havasında uyumak kısmet oldu. Yarına "nasip" diyoruz. Keşke her gece böyle huzurlu uyuyabilsek...